Bask Bölgesi

20 11 2011

Dedicated to Itsaso <3

Merhabalar sevgi pıtırcıklarım [Dünyanın en ezik girişini yapmak zorunda değildim aslında]

Muhteşem bir yazdı. Temmuzda Türkiye’ye geldim, deniz-kum-güneş, sevdiğim ve özlediğim insanlarla birlikte olmak, onlar sayesinde başka güzel insanlarla tanışmayla falan güzel bir yaz geçirdim. Öncelikle birazdan bahsedeceğim İspanyol-Bask bir arkadaşımın Türkiye’de geçirdiği iki hafta hayatımın en güzel iki haftası olmuş olabilir. Tabi bu muhteşem yaz boyunca hiçbir sınavıma hazırlanmadım ve eylüldeki sınavlarımı veremedim. Doesn’t matter.

Eylülde İtalya’ya geri geldikten birkaç gün sonra RyanAir sağolsun ucuza bir biletle Pisa-Santander uçuşumu yaptım. Santander Bask Bölgesi’nin (Yazının geri kalanında Euskadi olarak geçecek) dışında ama çok yakınında ufak bir kent. 

 

Basklar denince insanların ilk tepkileri genelde ETA oluyor, haksız da değiller. Daha yeni silah bırakan terör örgütü aslında yıllar önce Franco’nun faşist dikatörlüğüne karşı direniş örgütü olarak ortaya çıkmış, bu sayede büyümüş, Franco geberince de (faşistlere hiçbir saygım yok) de Euskadi’nin veya daha geniş anlamda Euskal Herria’nın bağımsızlığı için teröre devam etmişler. Euskadi ile Euskal Herria arasındaki fark; Euskadi’nin Bask Özerk Bölgesi olması ama Euskal Herria Baskların yaşadığı bütün bölgeler, ki bu bölge 7 ile ayrılıp iki ülke (İspanya ve Fransa) arasında paylaşılmış. Ama bu demek değil ki İspanyollar Baskları ezmiş, faşist dönem hariç Basklar her zaman İspanya’da diğer halklar kadar özgür olmuş. Hatta Euskadi bugün Katalonya ile birlikte İspanya’nın en zengin bölgesi. Bilbao’da aynı caddenin üzerinden otobüs ve tramvay altından da metro geçiyor, komşu bölgelerden insanlar Bilbao’ya çalışmaya geliyor. Bu yüzden Bilbao Euskadi’nin diğer bölgelerine göre daha kozmopolit ve daha İspanyol. Kent dışında tabelalar bazen sadece Baskça iken Bilbao’da ya çift dilli ya sırf İspanyolca. Aşağıdaki harita Euskal Herria’nın haritası, bu illerden yalnızca üçü (Bizkaia, Gipuzkoa ve Araba) Euskadi’de. Yine İspanya’da kalan Nafarroa Garaia’da (Kuzey Navarre) da Baskça resmi dil, yani ayri özerk bölgeler olsalar da Nafarroa’da kalan Baskların da kültürel hakları çalınmamış. Fransa’da kalan üç il ise Fransa’nın üniter bir devlet olmasından dolayı özerk değil, Baskça da yalnızca belediye düzeyinde kullanılıyor. Ama faşizm sırasında İspanya’da  neredeyse unutulan Baskça’nın yeniden ortaya çıkarılmasında da Fransız Basklardan yararlanılıyormuş. Bu arada kuzeyde kalan Nafarroa Beherea Güney Navarre, güneyde kalan Nafarroa Garaia Kuzey Navarre demek. Kimse bana bunun neden böyle olduğunu anlatamadı.

(http://eu.wikipedia.org/wiki/Fitxategi:Euskal_Herriko_kolore_mapa.png)

Baskların çok güzel bi bayrağı var, İkurrin (İsp. Ikurriña) bir de Lauburu(Bask Haçı) var.

(http://www.sportvintage.it/wp-content/uploads/2009/05/mugi32_13_ikurrina.jpg)

(http://www.buber.net/Basque/PhotoAlbum/gal/Misc/surrey.lauburu.jpg)

Bilbao. Ufak ama çok güzel bir şehir. Şimdiye kadar gördüğüm diğer şehirlerden farklı olarak öyle muhteşem bir katedrali yok. Merkezde bir tane resmini çekmeyi unuttuğum küçük bir kilise var yalnızca. Onun dışında, Guggenheim Müzesi dışında mimari harikaları da yok. Guggenheim Müzesi Bilbao turizminin en önemli yeri. Bilbao’ya gelen Guggenheim’i görmeye geliyor. Müze nehrin karşı tarafından bakıldığında yelkenli gemiye yukarıdan bakıldığında da açan güle benziyor ve dışı titanyum kaplı. Birinci katta sürekli bir sergi var, diğer katlardaki sergiler değişiyor. Ben ziyaret ettiğimde Kutluğ Ataman’ın Küba eseri de sergileniyordu.

 

Müze inşaat halindeyken Bilbaolular berbat olacak diye korkmuşlar, hatta inşaatın bırakılmasını savunanlar da olmuş ama inşaat tamamlanınca susmuşlar tabi. Müzenin önünde kocaman bir yavru köpek var, Puppy (İspanyollar Pupi diye okuyor). Üzerindeki çiçekler mevsimine göre değiştiriliyor. Suladıkları zaman muhteşem oluyor, sankı etrafına su sıçratan bir köpek gibi. Tam önünde fotoğraf çektirilirken sulamaya başlarlarsa bi güzel serinlenebilir diye düşünüyorum.

Yukarıdaki fotoğraflardan da görüldüğü gibi Bilbao’nun ortasından bir nehir geçiyor. İspanyolcada nehir El Rio ama Bilbao’daki nehrin adına herkes La Ria diyor. Eskiden liman kentin içine kadar geliyormuş şimdi ise Getxo, Santurtzi taraflarında, yani Bizkay Körfezi kıyısındaki kentlerde.

Bilbao’da ana tren istasyonundan çıkıp köprüyü geçince bir meydana geleceksiniz ve yanında La Ria boyunca uzanan bir park var, orada banklara oturup kız kesebilir, oğlanlara laf atabilirsiniz. Unutmayın ki Jon Kortajarena Bilbaolu, bu size insanların fiziksel özellikleri hakkında yeterli olur. Eşcinsel evliliğin yasal olduğu İspanya’da sıradan barlar da gay bar işlevi görebiliyormuş. Hoşlandığın çocuğa ¿Entiendes? (Anlıyor musun?) diye sormak eşcinsellerin birbirini bulmalarına faydalı oluyormuş. Hiç kimse de birbirini bıçaklamıyormuş. Hatta hazır konusu açılmışken Jon’un lisesinin resmini de koyayım. Altına da Tren İstasyonu ve o dediğim meydanın resimleri geliyor. Jon’un (soyadı daha kısa olsaydı hepsini yazardim ama şimdilik ”ünlüleri sadece ön isimleriyle söyleyen kilolu kız” gibi olmakta sorun bulmuyorum) lisesinin o olduğunu araştırmadım elbette, arkadaşımın liseden sınıf arkadaşı kendisi. (Arkadaşımın arkadaşı benim arkadaşımdır)

 

 

Tek başında dalgalanan İkorrin bizim milliyeçileri gıcık ediyor mudur acaba. Merak ettim acaba İspanya İspanyollarındır diye her gün yazan gazeteleri var mıdır İspanyolların. Aslında İspanyol, İspanyalı demek ve İspanyolca denen dil aslında Kastilyaca (Castellano). İspanya’da ne Basklar ne Galegolar ne Katalanlar İspanyolca konuşuyor musun demezler, Kastilyaca konuşuyor musun diyorlar. Latin Amerika’nın bazı ülkelerinde ve ABD’de Kastilyaca’ya İspanyolca deniyor ama İspanya’da Español sadece İspanya vatandaşı -İspanyol- demek.  İspanyolca = Kastilyaca = Castellano.  Tabi onlarda da faşist dönemde Katalanlara Barcelona İspanyolları gibi saçma sapan şeyler de denmiş, hatta tıpkı bugün cennet vatan Türkiye’de olduğu gibi çocuklara Castellano olmayan isimler konulması yasaklanmış.  Politika okuyan birisi olarak faşist devletler ile Türkiye’deki benzerlikleri gördükçe her gün biraz daha az seviyorum TC’yi. Ama umarım bir gün Türkiye de tıpkı İspanya gibi bir demokrasi örneği olur. Her neyse. Bilbao’yu anlatıyordum en son.

Şansıma La Ria’da bir tane Galleon duruyordu, yüzyıllar öncesinden kalma savaş gemisi.

 

Bilbao’ya şemsiyesiz gitmeyin. Başka ne yaparsanız yapın ama şemsiye mutlaka yanınızda olsun. 20 saniye içinde sağanak yağmur başlayabiliyor. Ve yılın her dönemi böyle. Bu yüzden zaten vaktimin yarısı içeride geçti. Çok az fotoğraf çekebildim.Çektiklerimden bazısı da böyle oldu

Tabi yerlerin sürekli ıslak olmasından dolayı motosikletlerin frenlerken kaymamaları için böyle bir şey yapmışlar, şehirdeki bütün karşıdan karşıya geçme çizgileri (zebra cross?) (türkçesi ne ya bunun?) arasında boş olanları var. Çamaşırlar için de ilginç bir şey yapmışlar.

 

Fiyatlar konusunda ise her ne kadar Zara, H&M, Pull and Bear, Bershka ve daha niceleri İspanyol olsa da ya Türkiye’yle aynı fiyar ya daha pahalı. Ama Blanco ve Springfield diye Türkiye’de ve İtalya’da görmediğim markalar var ki RyanAir’in 10 kilo limitine dümdüz gidiyorsun.

Baskça muhteşem bir dil ayrıca. Çok güzel kelimeler var.Bildiklerim arasında en güzelleri ahmakıslatan yağmur demek olan ”sirimiri”, dikkat ”kontuz”, doğum günün bla bla ”zorionak”, yedi(7) ”zazpi”. Basklar sayesinde dünyanın sahip olduğu muhteşem şeylerde biri ise ”Pintxos”, kocaman tapas ! Kokteyl olarak da ”Kalimotxo” (kola ve ucuz şarap)

”Ne mutlu İspanyolum diyene !” değil tabi ”Barışa İhtiyacımız Var”

Euskadi’de Bilbao dışında yalnızca bir kere çıktım, o da San Juan de Gaztelugatxe idi. Denizin ortasında bi kayalığa kurulmuş bir kilise. Gitmesi gelmesi çok zor ama iyi terletiyor o kadar merdiven çıkmak.

 

 

 

..

..

..

 

 

 

 

 

 

 

 





Zagreb

18 11 2011

Dedicated to Marijana <3

Merhabalar efenim.

Blogumun varligini unuttum neredeyse, ozur dilerim. En son yazidigimdan sonra neler oldu bitti ? Hicbir sey. Biraz bunalimlardayim, oncelikle arkadaslarimla ilgili sorunlarim var gibi, onlardan uzaklastikca yerimin doldugunu goruyorum, kimsenin umrunda degilmisim gibi hissediyorum. Italya’da da tanistigim hicbir Italyanla da tam olarak isinamadim, cogu da zaten beni surekli mutsuz biri olarak goruyor. Burda olmaktan cok memnunum, yalniz olmaya da fazlasiyla alistim, belki de bendedir sorun, hayatimda ben baskalarina yer birakmiyorumdur. Her neyse. Yeni arkadas edinemiyorken ve olanlari da teker teker kaybederken sevgilimin oldugunu veya olabilecegi akliniza bile gelmesin. Boyle biraz depresif bir donemdeyim, ve bir an once beni mutlu edecek birisyle tanismazsam yakinda kafayi yiyecegimi dusunuyorum. Burada 1 yilda 15 kilo aldim, acikmadan, acikcam birazdan diye dusunerek yemek yemeye basliyorum. Gercekten su aralar ciddi bir mutsuzluk var uzerimde. Hatta dun bi kitapcida konustugum Arnavut bir kiz da bunu yuzume vurunca, bi darbe yemis gibi oldum, ”senin hic bir sey hosuna gitmiyor mu ? simdiye kadar hep sevmedigin seyleri soyledin” dedi, tanimasam da kendisini uzun zamandir duydugum en durust lafti. Eskiden de az arkadasim vardi, etrafimda insan vardi ama, herkes gibi benim de kendimi yakin hissettiklerim azdi. Simdi etrafimda insan bile yok, bilmiyorum. Neyse.

Mayis Ayindaki Zagreb gezimi yazmak istiyorum, 18 saatlik bir tren yolculugu sonunda Zagreb’e vardik. Once Floransa’dan Venedik’e oradan da Budapeste treniyle Zagreb’e.

Avrupa Birligi’nin bittigi yer

Slovenya-Hirvatistan sinirinda (Dobova) pasaport kontrolu sirasinda Hirvat polisin Amerikalilara cantalarini actirip bize pasaportu alip muhru basip hosgeldiniz demesiyle mest olduk :) [Yolculuk Bir Ispanyol ve Bir Turk olarak yapildi- Zagreb’de Hirvat bi arkadasimizla bulustuk]

Zagreb’e vardigimizda saat gece 4 civariydi, Italya’dan sonra sok oldugum ilk sey tramvayim hala calisiyor olmasiydi tabi. Otobusler ve tramvaylar bedava gibi, bileti aliyorsunuz ama kontrol olmadigi icin onaylatmadan da seyahat edebilirsiniz. Kontolor gelirse de turist oldugunuzu ve sistemi bilmediginiz soyleyip bileti gostererek aslinda benim biletim var diye kandirabilirsiniz. [Bir bileti onaylatmadan 3 gun Zagreb’i gezdik- kimse de sormadi].

Her ne kadar kendisi Sirp olsa da Hirvatistan’a gelir gelmez ayisigini (mesecina) gorunce Goran Bregovic’in o sarkisini soylemeden duramadim. Ne olacak ki ? Beni taniyan iki kisi vardi sadece ve onlar da uyurgezer gibiydiler.

Ertesi gun tabi en guzel tisortler giyilip Zagreb sokaklari dolasildi, aslinda Zagreb bayagi kucuk bir yer, hep ayni yerin etrafinda dolasiyormussunuz gibi hissediyorsunuz.[Bekledigimin 4te 1i kadar falandi]

Zagreb’in mimarisi icin Viyana’ya bezedigini soyluyorlar, her ne kadar Viyana’ya gitmemis olsam da eger gercekten benziyorsa vizesiz ve sempatik insanlarla dolu bir maket Viyana turu gibi de olabilir belki. Ama buyuk ihtimalle olmaz. Seye benzedi bu Turkiye’ye gitcek param yok Azerbaycan’a gideyim gibi. Yok yok. Demedim ben boyle bir sey.

Cok fazla ufak katedraller var Zagreb’de, aslinda diger yerlede kilise olacak yerler burada Katedral olmus gibi. Ama guzeller tabi. 

Tam da sansima Papa’nin Hirvatistan ziyareti de o donemdeydi

[Bir tespih olarak Hirvatistan]

Hirvatca cok acayip bir dil, bir suru sessiz harf yan yana, sesli harfler araya yanlislikla girmis gibi, sanki butun millet okuma yazmayi msn’den ve sms’ten ogrenmis de karakter sinirina takilmasin diye sesli harfleri yazmayalim demisler gibi.

Zagreb’in en sevdigim seyi sanirsam yemyesil olmasiydi, hemen hemen her sokak agaclarla dolu, her tarfta parklar var, gercekten cok guzel

Hirvatistan’in cok hosuma giden bayragi

Guzel bir yer bence, yapilacak cok sev yok ama, Dalmacya kiyilarina gitmeden once bir gun gezilebilecek bir yer.





Devasa Tatiller.

19 02 2011

Bayagi alistim Italya’ya.Ozellikle de 20 gun devamsizlik hakkiyla gecen 8+5=13 yildan sonra devamlilik zorunlulugu olmayan, zaten dogru durust okulun olmadigi bi sistemde yasamak daha guzel geliyor bana. Aralik basindan beri tatildeyim. Sinavlarim var ama okul yok. 28 Subat itibariyle okula baslayacagim.
Haftada 3 gun okulum var. O yuzden konsantre olmak zor geliyo. Belki de benden kaynaklaniyordur.

Hayatim tahmin ettigimden cok daha az renkli geciyor. Bir suru arkadasim oldu, Yunani, Kibrislirum’u, Ispanyolu, Italyani, Almani, Perulusu, Amerikalisi….Herkesin farkli bi yerden oldugu bir hayat herkesin turk oldugu bir hayattan daha guzel. O yuzden 1923 Mubadelesinden ve 1915 soykirimindan nefret ediyorum. Evet, o bir soykirim.

Bazi zamanlar oluyor, mesela, konserve yaprak sarmasi yerken Misir devrimini dusunuyorum. Nedendir bu? Cok sacma ama ya insan bitmesin diye haftalarca yuzune baktigi bir turlu yemedigi konserveyi acarken bunu dusunur mu? Dogal gelmiyor bana. Hem de hic.

Yaz da yavas yavas geliyor.

Birkac arkadasimi ziyarete Milano’ya gittim bikac gun once. Benim okuldan bir suru kisi Milano’da da.5 yil ayni okulda okudugun insanlarin bi sure sonra sana yuz vermemeleri, unutmalari falan koydu bana. Mesela bi cocuk vardi, Italya’da nereye gitsem diye dusunurken bayagi danismisti bana, ama Italya’ya geldikten sonra kacti gibi resmen. Insan kendini kullanilmis hissediyo. Zaten kullanilmis oluyorsun.

Ama butun arkadasliklar birbirini kullanma degil mi zaten? Kimisinde insanlar birbirlerini karsilikli kullaniyor, mesela canim sikkinken birisine gidiyorum, dinliyo beni bla bla sonraki sefer o da sinemaya gitmek istiyo ama yalniz olmak istemiyo beni cagiriyo gibi. Ama iste kimisi de boyle gulumsuyo, ondan sonra gidiyo.

Oyle iste.
Floransa’dan ve Milano’dan bir kac foto koyayim da bitireyim.

Santa Maria Novella Meydani

Fortezza da Basso

Milano Katedrali (Duomo)

Duomo’da Sivasli Cindy’yle Turkiye reklami

 

 

CIAO RAGAZZI !





Korumalı: Joder.

21 12 2010

Bu içerik şifre ile korunmaktadır. Görmek için lütfen aşağıya şifrenizi girin:





My sort of new life in Florence

1 12 2010

Yıllarca Bologna’da okumayı istedikten sonra Floransa’ya taşındım.Mutluyum.

Efenim Ağustos 30 2010 tarihinden itibaren İtalya’da yaşıyorum. Güzel bir yer. Geldiğim günden beri oturma iznimi alamadım. Uğraştırıyolar boşu boşuna.

Şimdi nerden başlayacağımı da bilmiyorum. Garip.јок герцектен гарип.

Öncelikle anladığım kadarıyla İtalyanlardan bahsedeyim. Pek de bize benzeyen insanlar değiller. Pratik zekaları yok denecek seviyede. Kibarlar ama kibarlıkları karşıdan karşıya geçen yayaya yol verme seviyesinde. Özellikle dükkanlarda “alıcı değil bakıcıyım” modunda olduğunuzu anladıkları an sertleşiyolar. Bi de kötü aksanlı italyanca konuşana saygı göstermiyolar ama ingilizce konuşana bayağı uzun uzun cevap veriyolar. O yüzden bazen (özellikle sabahları) ingilizce konuşmak daha iyi. Sabahları ben italyanca konuşamıyorum. Motorun ısınması gerekiyo.

Kızları güzel değil. Sivilce dolu yüzleri. Ve bütün İtalyan kızları aynı şekilde yazı yazıyo. Yani herkesin el yazısı aynı. Bi de çok çocuksular. Üniversitede okuyan bi kızın hala ittirmeli kaktırmalı oyunlar oynaması beni baya şaşırttı. Koşarak uzaklaştım.

Erkekleri ama Türkiye ortalamasının kat kat üstünde. Bolca renkli gözlü İtalyan genci var. İtalyan kızları gitsin Rus kızları gelsin. Veya İsveçli.

Çok fazla yabancı var. Göçmen dolu her yer. Ben de tabi şimdiye kadar hep yerli halktan olduğum için Filipinli bir grup insanı ilk gördüğümde ayı oynuyomuş gibi bakıyorum, ama sonradan benim de onlardan biri olduğumu anlayıp gülümseyerek hayatıma devam ediyorum.

Hava çok kötü. Floransa’ya geldiğimden beri nerdeyse yağmur yağıyo hep. Milano’ya Bologna’ya kar yağdı bile. Ben bu sıklıkla kar yağan bölgenin hemen dışında kaldım. Dağın kuzey yamacına sürekli kar yağıyoken bu tarafına çoğu kez yağmazmış. Öyle de ilginç bir şehir. Ama güzel bi şehir.

Güzel ya.

Okul ortamı biraz soğuk. Floransa insanı bi böyle mesafeli oluyo genelde, güneyliler daha sıcakkanlı. Calabria’lılar çok sempatik. Sicilya ve Napolililer de öyle. Bi de okulda sürekli protestolar oluyo. Gelmini diye bi eğitim bakanı var, o bursları kesip, okullara verilen parayı azaltıp bazı okulları da özelleştirmek istiyodu, öğrenciler de tabi bunu protesto edip duruyodu ama bugün yasa senatodan geçti. Bakalım bundan sonra ne olacak.

Hayat çok pahalı burada. Ev fiyatları uçuk. Mesela merkezde 2 yatak odalı, 1 oturma odalı mutfak banyo ev 800€. Milano daha da pahalı. Ben bi de parayı kontrollü harcama konusunda çok kötüyüm. Ay sonu gelmiyo.

Tabi etraftaki yerleri de geziyorum. Mesela geçen hafta Livorno’daydım. Güzel yer. Deniz var. Bi de Floransa’dan daha canlı. Floransa turistik olmasına rağmen böyle bi ölü, sadece turist var etrafta. Geniş caddeler de yok. Kocaman bi kaç meydan var ama yetmiyo bana. Bi de merkezde ağaç yok gibi. Yeni yerler daha iyi. Daha modern, geniş.

Berbat besleniyorum. Leş gibi kilo aldım. Salata ve meyve yemeye yeni başladım daha. Hep makarna, hep sandviç nereye kadar.

Öyle işte şimdilik bu kadar yazabilcem. Blogu daha çok gezdiğim yerleri anlatmak için kullanmayı istiyorum. Biraz değişiklik yapabilirim ama zaten takipçim de olmadığı için kafama göre de takılabilirim. Zaten öyle olcak.

Ciao !

 





Flöransa.

1 12 2010

Flörasan. (Florasan?)

Mesela bazen David çatılara çıkıyo, düz duvara tırmanıyo falan.

Bu da Santa Maria del Fiore, veya kısaca Duomo.Muhteşem bişey, ama içi dümdüz sarıya boyalı. Tavan hariç.

Gurbetçilerin buluşma noktası.

Santa Croce. Beyoğlu gibi bi yer bu kilisenin etrafı.Tüm eğlence mekanları buna yakın.

Uffizi Müzesi.İçini de gezcem bigün umarım.

Piazza della Signoria.

Ponte Vecchio. Şerefsizim bu köprüye ev kurma fikri aklıma geldiydi.

Ben terbiyeli bi insanım önden çekmem.

Terbiyesizim aslında yalan söyledim.

Ben de bazen fotoğrafçılık san’atıyla haşır neşir oluyorum

David bazen de yolunu kaybediyo.

Arrivederci !





Korumalı: Millî Duygularım

8 06 2010

Bu içerik şifre ile korunmaktadır. Görmek için lütfen aşağıya şifrenizi girin:





Korumalı: Yalnızlık ve/veya Yalnız Hissetmek

19 05 2010

Bu içerik şifre ile korunmaktadır. Görmek için lütfen aşağıya şifrenizi girin:





İstanbul Kar Altında.

28 01 2010

Uff..Blogumun istatistikleri tavan yapmış bu Moğolistan yazımdan dolayı, malumatınız moğolistan 20,000 türk erkeği isteyince gönüllüler bakmış.Olsun.Güzel.Ama bir anda günde 500+ kişinin blogumu okumaya başlaması bir garip hissettiriyor.Her neyse..

İki gün önce ehliyet için adliye’ye kağıt almak için gittim, sonrasında baktım vaktim var, fotoğraf makinem var , e kar da yağıyor, önce Kadıköy’e geçtim, Bahariye’ye falan çıktım, sonra karşıya geçtim, neyse işte, sonuç bunlar…Karlı bir İstanbul.

Aya Ekaterini Rum Kilisesi

Haydarpaşa Garı

Karaköy’den Sarayburnu

Hedef: Galata Kulesi

Kulenin en tepesini çekmeyerek fotoğrafçılığa yeni bir bakış açısı getirdim.McPostmodernist akım

Kar İstanbul’a yakışıyor.

Galata Kulesinden Galata Köprüsüne giderken..

Galata Köprüsünden Yeni Cami

Galata Köprüsünden Haliç

Mısır Çarşısı

Gülhane Parkı

Gülhane Parkından Topkapı Sarayına giderkenki Soğuk Çeşme Sokak

Topkapı Sarayı(nın bahçesi)

Aya İrini Kilisesi

Sultanahmet Cami

Aya Sofya Kilisesi-Camisi-Müzesi .Hangisini tercih ederseniz.

Hipodrom

Kız Kulesi

Güle Güle.Bloguma Yine Beklerim…





Norveç ve Müzik…

26 12 2009

İskandinavların müzik konusunda aşmış olduğunu düşündüğümü blogumu düzenli olarak okuyanlar bilir. Hâlâ da öyle düşünüyorum.Muhteşemler.

Bu yazımda da Norveç müziğinden bahsetmek istiyorum çünkü bir saat kadar önce yeni bir Norveçli grup kesfettim, onları dinliyorum.Hem zaten bayağıdır yazmamıştım, yazmam gerektiğini düşündüm.Önce Norveç bayrağıyla başlıyorum..

Benim hoşuma giden bir bayraktır kendisi , hem de bayağı severim kendilerini.

Her neyse.

Bilindiği üzere Norveç Black Metal akımınıncoştuğu bir yerdir.Özellikle 1990’lı yıllarda Metalci gençlerin kiliseleri ateşe vermesiyle dünyanın ilgisini çekmişlerdi.Artık kilise falan yakmasalar da , müziğin kalitesi aynı şekilde devam ediyor.Dinlemek isterdim ama yarım saatten fazla dinledim mi mideme kramp giriyor.Olsun ama seviyorum.

Dimmu Borgir, Gorgoroth, Darkthrone, Burzum , Immortal ; Norveç’te metal müziğin önemli isimleri.

Norveç’te Rap için konuşursam, zannadersem Norveç’ten öyle önemli bir rapçi çıkmadı .Bi benim Kristian diye bir arkadaşım var , bildiğim tek Norveçli “rapper” o. Adı Sirius. Bu da MySpace linki:

http://www.myspace.com/sirius87

Çok kötü değil , güzel, biraz Eminem’e benziyor.

Norveç’in en sevdiğim grubuna geçmek istiyorum artık dayanamayacağım.Tabi ki RÖYKSOPP !! Elektronik müziğin de en sevdiğim temsilcilerinden kendileri , buradan da onlara olan sevgilerimi Norveççe olarak belirtmek istiyorum: JEG ELSKER DEG RÖYKSOPP !!!

http://www.myspace.com/royksopp

Bir de çok az kişnin bildiği ama yine çok güzel olan bir Norveçli grubu tanıtmak istiyorum. Soup . Grubun asıl adamı Erlend Viken.

http://www.myspace.com/soupsound

MySpace’teki bütün şarkılarını dinleyin bence, hepsi çok güzel.Özellikle Ambulance for Human ve Ostrich Society benim en sevdiğim şarkıları.

Diğer güzel Norveçli gruplar içinde Kings of Convenience’ı saymamak olmaz diye düşünüyorum.Galiba bunlar da Tromso’lu Röyksopp gibi.

http://www.myspace.com/kingsofconvenience

Take on me şarkısıyla 80’li yılların en başarılıları arasına giren A-ha ‘yı da hatırlatmak isterim.

Şarkıları Norveççe olan bir başka grup var sırada: Kaizers Orchestra. Ben bunların birkaç şarkısını biliyorum.En çok sevdiğim şarkısı da Prosessen.

http://www.myspace.com/kaizerso

Yine bir kuzeyli su perisi olan Lene Marlin’den de bahsetmek gerek.Hattâ bir resmini koymak gerek.

http://www.myspace.com/lenemarlin

Indie türünde hoşuma giden bir diğer müzisyen de Sondre Lerche.

http://www.myspace.com/sondrelerche

Yine Indie türünde , az bilinen ama bence güzel olan bir başka grup da Krakesolv

http://www.myspace.com/krakesolv

Shrek’in film müziklerini yapan Kurt Nilsen’i sevmem ama bilinmesi gerek bence. İsteyen kendisi bulsun linkini.Sevmediğim için yardımcı olmayacağım bu konuda.

Bu yazıyı yazmama sebep olan grup ise Katzenjammer.A bar in Amsterdam isimli şarkılarıyla gönlümü fethettiler.

http://www.myspace.com/katzenjammerne

A bar inAmsterdam’ın klibini de benim yıllardır en sevdiğim videoları yapan (yine Norveçli) Lasse Gjertsen. Zaten onun sayesinde öğrendim bu grubu da. O video’yu izleyin bence. Bu da onların ev hâlleri galiba

But the storm is a’coming ‘cross the hills tonight,
like a vain full of rain to the
hearts that should fight.
The storm is a’coming ‘cross the hills tonight,
like a vain full of rain to the
hearts that should fight.

.

.

.

.

.

.